تاریخ گؤک تورک لر (تاریخ ترکان آسمانی)

Göktürk Tarixi

http://s1.picofile.com/file/6219334004/gokturkler.png

Göktürkler, 500′lü yıllarda Avarlar‘a bağlı olarak yaşayan ve bir kısmı Aşina önderliğinde Altaylar’ın güneyine göç eden birkaç Türk topluluğunun birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu bilgi hem Çin kaynakları hem de Bozkurt Efsanesi gibi sözlü Türk kaynaklarınca desteklenmektedir

http://s1.picofile.com/file/6219341046/zirhli_gokturk_suvarileri.jpg http://s1.picofile.com/file/6219336016/kul_tigin.jpg http://s1.picofile.com/file/6219333998/calismalar.jpg http://s1.picofile.com/file/6219332992/bilge_kagan_yaziti.jpg


Bumın, 534 yılında başlarında bulunduğu Türk topluluğunu genişletip güçlendirmek için Tabgaç devletiyle ilişki kurmuş ve 542 yılında Çin‘e sefer düzenlemiştir. Bu sırada Bumın, Juan Juanlar olarak bilinen Avarlarlar’a karşı ayaklanan Tölisler’in isyanını bastırarak 50.000 kişiyi kendine bağlamıştır. Avar hükümdarı ile Bumın arasında çıkan bir anlaşmazlık nedeniyle, Göktürkler 552 yılında Avarlar’a karşı bağımsızlıklarını ilan etmişler ve bir bahar baskını ile Juan Juanlar’ı ortadan kaldırmışlardır

http://s1.picofile.com/file/6219340040/yasam.png

Bumın, Ötüken’de Göktürkler’in kağanı olduğunu duyurmuş; fakat aynı yıl vefat etmiştir. Bumın Kağan’dan sonra devletin doğusunu Bumın’ın oğlu Mukan; batısını ise kardeşi İstemi yönetmeye başlamıştır. Bu dönemde Göktürk devletinin en parlak devirleri yaşanmıştır. İstemi Yabgu önce Sasaniler’le, daha sonra da Bizans ile ittifak kurmak istemiştir. 572 yılında Mukan Kağan; 576 yılında ise İstemi Yabgu vefat etmiştir

http://s1.picofile.com/file/6219335010/kaganlar.png http://s1.picofile.com/file/6219338028/kursad.png

Mukan Kağan’dan sonra Doğu Göktürk Kağanlığı’nın başına Tapar Kağan; İstemi Yabgu’dan sonra Batı Göktürk Kağanlığı’nın başına ise İstemi’nin oğlu Tardu geçmiştir. Doğu Göktürkleri Çinlilerle mücadele etmiş, bir süre onları vergiye bağlamışlardır. Fakat 630 yılında türlü Çin entrikaları yüzünden onlara yenilmiş ve Çin egemenliğinde yaşamaya başlamıştır. Batı Göktürkleri de Çin, Bizans ve Sassaniler’le mücadele etmiş ve 659 yılında Çin egemenliğine girmiştir.

Çin egemenliğine önce giren Doğu Göktürk Kağanlığı’na bağlı Türkler, Çin tutsaklığında yaşamaya dayanamamışlardır. 639 yılında Kürşad adlı bir Türk kahramanı, yetiştirdiği 40 çeriyle birlikte Çin Sarayı’nı basmış ve yüzlerce Çinliyi öldürmüştür. Çin prensini yakalamaya çok yakınken, dışarıdan gelen Çin birliklerine daha fazla dayanamayıp sarayın ahırından aldıkları atlarla Vey Irmağı’na doğru kaçmaya çalışan Türk yiğitleri, çevrede devriye Çin birliklerini geçemeyerek uçmağa varmışlardır. Bu ihtilal hareketi, başarıya ulaşmadan sonuçlanmış; fakat Çin’de yaşayan binlerce tutsak TÜRK‘ün yüreğine bağımsızlık ülküsünü salmaya yetmiştir.

682 yılında Kutluğ Kağan önderliğinde Ötüken‘e gelen ve burada yeniden il kurmaya çalışan Göktürkler‘den bir topluluk, zaman içinde güçlenmiş ve bağımsızlığını ilan etmiştir. İl’i derleyip topladığı için Kutluğ Kağan, İlteriş adını almıştır. İlteriş’in kağanlık döneminin sonlarına doğru, Çin’deki Batı Göktürkleri de bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. İlteriş Kağan’dan sonra İkinci Göktürk Devleti’nin başına geçen Kapgan Kağan, Çin İmparatoriçesi’ne şart koşarak Çin’deki Türklerin iadesini sağlamış, Batı ve Doğu Kök Türklerini birleştirmiş; Uygur, Kırgız, Çik, Basmıl, Karluk gibi birçok Türk boyunu da kağanlığa bağlayarak “Türk birliğini” kurmuş; dört bir yana sayısız seferler düzenleyip ordular göndererek başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüştür

http://s1.picofile.com/file/6219376256/images.jpg

Kapgan Kağan’dan sonra yaşanan kısa bir geçiş döneminden sonra; Bilge Kağan ve Kül Tigin‘in devleti birlikte yönettikleri, 716 – 734 yıllarını kapsayan parlak bir dönem başlamıştır. Bilge Tonyukuk‘un vezir olduğu bu dönemde, Çin üzerinde mutlak egemenlik sağlanmış ve Çin’deki bütün Türkler getirilerek Türk birliği sağlamlaştırılmıştır. Orhun Yazıtları, İkinci Göktürk Devleti’nin bu döneminde dikilmiştir ve yazılı metinlerden takip edebildiğimiz Türk tarihinin ilk sayfaları, bu kutlu belgelerle günümüze kadar ulaşmıştır



Göktürk (Orhun) Yazısı Hakkında


Türklerin bilinen ilk yazılı kaynakları olan Orhun Yazıtları’nda kullanılan Göktürk Yazısı, 7. yüzyıla kadar işlenerek temellendirilmiş ve bu dönemden sonra yazılı kaynaklarda kullanılır olmuştur. Orhun yazısının Göktürkler döneminde oluştuğu söylense de, Göktürk Yazıtları’nda kullanılan yazı dili üzerinde yapılan dil bilimsel araştırmalar, Türk yazı dilinin Göktürklerden çok daha önceye kadar uzandığını göstermektedir. Bir yazı dilinin, Orhun Abideleri‘ndeki olgunluğa ulaşabilmesi için, uzun yıllar boyunca işlenmesi gerekmektedir. Bu durum göz önüne alındığında, Orhun yazı dilinin en eski dönemlerinin milattan önceye kadar uzandığını söyleyebiliriz.

Türk yazı dilini belgelerle takip edebildiğimiz 7. yüzyıldan sonraki dönemde, Orhun yazısı 5-6 yüzyıl boyunca Türklerin yaşadığı geniş coğrafyada kullanılmıştır. Karahanlılar döneminde Uygurların oluşturduğu yeni alfabenin yaygınlaşmaya başlamasıyla, Göktürk yazısı bırakılmıştır. Bu yazının en güzel örneklerini bulduğumuz Orhun Yazıtları, bin yıldan fazla süre boyunca kendini koruyarak bugünlere ulaşmış olsa da, ancak 19. yüzyılın ortalarında keşfedilmiştir.

Göktürk alfabesindeki harfler, doğadaki nesnelerden hareketle oluşturulmuştur. Bu özelliğiyle Orhun alfabesinin, Göktürklerden binlerce yıl önce yaşayan TÜRKlerin oluşturdukları bir “resim yazısının” devamı olduğu söylenebilir. Çünkü harflerin çoğu, doğadaki veya insan tasavvurundaki nesnelere benzemektedir. Söz gelimi, “” harfi, aşağı doğru bakan bir oku göstermektedir. Bu harfin alfabedeki karşılığı da, “ok – uk” biçimindedir. Bu konu ilerleyen sayfalarda ayrıntılı olarak işlenecektir.

Göktürk yazısındaki harfler, genellikle dikey ve yatay çizgilerden oluşmaktadır. Çünkü Göktürkler, genellikle harfleri sert yüzeylere kazıyarak yazıyı oluşturuyorlardı. Bir bakıma “çivi yazısı” özelliği gösteren Orhun yazısı, ilkel yöntemlerle taşlara kazındığı hâlde oldukça estetik bir görünüme sahiptir. Göktürk yazısı, genellikle keskin çizgilere sahip olmakla birlikte, kağıt üzerine aktarılınca (Irk Bitig gibi) tarihi süreç içerisinde daha yumuşak çizgilerden oluşmaya başlamıştır.

Göktürk yazısı, bugünkü Türk yazısına tam ters biçimde sağdan sola doğru yazılmaktadır. Alfabede toplam 38 harf bulunmaktadır. Bu harflerin 30 tanesi sessiz, 4 tanesi sesli, 4 tanesi de çift seslidir.




Göktürklerin Yaşam Biçimi

http://s1.picofile.com/file/6219340040/yasam.png

Göktürk Hanlığı, çoğunluğu Türk, çeşitli boylardan oluşan bir birliktir. Göktürk hanlığı, oymak ve boyların Türk birliğinde toplanma evresidir. Orhun Yazıtları’nda Türk adı ilk kez etnik ad olmaktan çıkıp siyasal birliğin adı olur. Yazıtlarda Türk boyları olarak Oğuz, Kıpçak, Karluk, Kırgız, Tölös, Tarduş, Türgiş, Çık, Az, Kurıkan, Bayurkı, Tonra, Basmil adı geçer.

Devletin örgütlenişi Hunlarınkine çok benzer. Merkeziyetçi bir devlet değildir. Boylardan oluşan illerin ayrı beyleri vardır. Boyların da beyleri bulunur. Beylik soydan gelir. Büyük ve etkin beyler özgürce hareket edebilirler. Çevre devlet ve aşiretlerle ilişkide bulunabilirler.

Göktürk toplumunda sınıfların varlığı bellidir. Genellikle aristokrat düzen üzerinde tabakalaşma görülür. Toplumda “kara budun” (halk) ve “beyler” olmak üzere iki büyük katman vardır. Ülke yönetiminde bulunan beyler kendi aralarında birimlere ayrılır. Her bey kendine bağlı halkı koltuğuna alır. Yabgu, tekin, Şad, Tarkan, Buyruk, Çur gibi devlet örgütünde çeşitli unvanlar vardır. Kağan ailesinden olanlara Şad, Tekin; devletin büyük memurlarına Buyruk; halktan olup da soyluluk sanı verilenlere Tarkan denir. Yabgu ve Şad hakan yardımcısıdır. Tümünün üstünde kağan bulunur. Kağan her zaman değişen oymak ve il birliğinin başıdır. Kağan, bey ve oğullarının kulları, cariyeleri ve kara budunu vardır. Birliğe bağlı kimi boyların başı handır. Yenilerek devlete katılan halkların yönetimine hakan, ilteber adlı vali yollar.

Halkın büyük bölümü göçebedir. Avcılık ve hayvancılıkla geçinirler. Göçebelikleri oraya buraya konan gelişi güzel bir göçerlik değildir. Her boyun, her oymağın yaylağı, kışlağı, otlağı ve sulağı bellidir. Günümüzde Kazak ve Moğollar arasında görülen post çadırlarda yaşarlar. Halkın küçük bölümü yerleşiktir. Bunlar tarımla uğraşırlar. Kentler bile vardır. Kentliler genellikle alışverişle yaşarlar. Kervan işletirler, madencilik yaparlar. Ana besin kaynakları et, süt gibi hayvansal ürünlerdir. Silah kullanma ve binicilikte ustadırlar. Boynuzdan yayları, keskin kılıçları, ıslık gibi ses çıkaran okları vardır. Vücutlarını süslü zırhlarla örterler. Kısrak sütünden yaptıkları kımız ile darı şarabı içerler.

Çin kaynaklarında Göktürkler üzerine ilginç gözlemler vardır. Çeşitli kaynaklarda verilen bilgilere göre Göktürk halkı uzak kuzeyde Orhun ve Yenisey çevresinde yaşar. Sürülerini otlatarak oradan oraya göçer, keçe çadırlarda otururlar. Halk kahramanlık yaşamına bayılır. Gelenekleri eski Asyalı Hunların geleneklerine benzer. Taşkın güçlü erkeklere hayranlık duyarlar. Yakınlarından biri ölünce, garip biçimde yas tutarlar. Gözyaşları yüzlerinden fışkıran kanla birlikte aksın diye yüzlerini bıçakla çizerler. Soyluları toprağa gömerken, savaşta kaç adam öldürmüşse başına o kadar taş dikerler. Hanın otağı kendi dillerinde “Ötüken Yış” (Ötüken Ormanı) adı verilen yerdedir. O çevrede bir dağda bulunan mağara atalardan kalma ziyaret yeridir. İleri gelenler her yıl kağan başkanlığında o mağaraya gidip kurban adarlar.






کتیبه های گؤک تورک ها













Türk yazı dilinin ilk örneklerinin ortaya konulduğu, eşi bulunmayacak değerde bilgiler içeren Orhun Yazıtları, her Türk’ün hakkında bilgi sahibi olması ve onu okuyup hakkıyla benimseyerek Atalarımızın verdikleri uyarıları dikkate alması gereken büyük bir abidedir. Çünkü o kutlu yazıtlarda bilge, alp, inançlı ve pek yürekli atalarımızın, binlerce yıl önce dünyaya düzen vermek ve Türk soyunu, kültürünü, ulusunu… bengi (ebedî) kılmak için yaptığı çalışmalar neticesinde oluşan Türk tarihi yazılmaktadır. Orhun Yazıtları‘nın değerini anlatabilmek için “Çünkü…” ile başlayan tümceler arka arkaya dizilebilir. Ben, yazıma yazıtların değerini ustalıkla dile getiren büyük Türkolog Muharrem Ergin‘in Orhun Abideleri adlı yapıtındaki bir paragraflık alıntıyla başlamak istiyorum:

Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin. İlk Türk tarihi. Taşlar üzerine yazılmış tarih. Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması. Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri. Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası. Türk askeri dehasının, Türk askerlik sanatının esasları. Türk gururun ilâhi yüksekliği. Türk feragat ve faziletinin büyük örneği. Türk içtimai hayatının ulvi tablosu. Türk edebiyatının ilk şaheseri. Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri. Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı. Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numunesi. Türk milliyetçiliğinin temel kitabı. Bir kavmi bir millet yapabilecek eser. Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık. Türk dilinin mübarek kaynağı. Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği. Türk yazı dilinin başlangıcını milâdın ilk asırlarına çıkartan delil. Türk ordusunun kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika. Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser. İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en manalı mezar taşları. Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı…” [1]

Türk yazı dilinin ilk örneklerini gördüğümüz bengü taşlar, bugün hâlâ yaşayan Orkun Irmağı’nın [2] çevresine dikildiği için onlara “Orhun Yazıtları (Abideleri)” denmiştir. Aynı zamanda yazıtlara, Göktürkler döneminde dikildikleri için “Göktürk Yazıtları” da denmektedir. Ayrıca bir de “Yenisey Yazıtları” vardır ki, bunlar Orhun Yazıtları ile aynı değildir. Kesin olarak bilinmese de, Yenisey Yazıtları’nın Orhun Yazıtları‘ndan daha önce dikildiği tahmin edilmektedir. Orhun Yazıtları, yaklaşık olarak 720 – 735 ‘li yıllar arasında dikilmiştir. Dikili taşlardan önemli olan üç tanesi “Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk Yazıtları” dır. Kül Tigin ve Bilge Kağan, 2. Göktürk Devleti’nin kurucusu olan İlteriş (Kutlug) Kağan’ın çocukları; Tonyukuk da dönemin veziridir.

Yazıtları çok fazla tarihsel veya karışık bilgilerle anlatarak yazıyı sıkıcı hâle sokmadan, yazıtların içeriğinden bahsetmek istiyorum.[3] Türkler o dönemlerde askerlik alanında çok ileriydiler ve birçok ulusa örnek olacak kadar gelişmiş bir orduya sahiptirler. Hem o dönemin koşulları hem de Türklerin bağımsızlık tutkuları nedeniyle Göktürkler döneminde çok sık savaşların yapıldığını görüyoruz. Doğal olarak yazıtlarda da savaşlardan bahsediliyor. Zaten Bilge Kağan‘ın, Kül Tigin’in ve Tonyukuk‘un taşlara yaşadıklarını yazdırıp kendilerinden sonraki kuşaklara onu bırakması, bir bakıma Kağanların topluma hesap vermedir. Bu da “ilk tarih yazılarının” oluşmasını sağlamıştır. Yazıtlarda genel olarak savaşlar, kağanların değişmesi, aile ilişkileri, cenaze törenleri, Türk ulusuna uyarılar ve o dönemdeki yaşantı anlatılmaktadır.

Kiyük yiyü, tabışgan yiyü oturur ertimiz.” [Geyik yiyerek, tavşan yiyerek oturuyorduk.] gibi tümcelerin bulunması, o dönemdeki yaşam biçimimizi az çok ortaya koymaktadır. “Tegdükin Türk Begler kop bilir siz. O süg anda yok kıldımız.” [Hücum ettiğini Türk Beyleri'nin hep bilirsiniz. O orduyu orada yok kıldık.] denmesi, Türklerin o dönemde de ordularının çok güçlü olduğunu gösteriyor. “Türk Oğuz begleri, buduñ eşiding? Üze tengri basmasar, asra yir teliñmeser, Türk buduñ, ilingin törüngin kim artatı udaçı erti?” [Türk Oğuz beğleri, ulusu, işitin: Üstte gök çökmese, altta yer delinmese senin ilini, töreni kim bozabilecekti?] diye Türk budununa uyarıda bulunulması da, hem o dönemdeki Gök Tanrı Dini’nin izlerini taşımakta hem de ulusun güçlendirilmesi için güdülendiği görülmektedir. “Kül Tigin ol süngüşde otuz yaşayur erti. Alp Şalçı akın binip oplayu tegdi. İki erig udu aşuru sançtı.” [Kül Tigin o savaşta otuz yaşında idi. Alp Şalçı atına binip atılarak hücum etti. İki eri takip edip kovalayarak mızrakladı.] bölümü ise, yazıların birçok bölümünde anlatılanlara benzer savaş sahnelerini gözümüzde canlandırmaktadır.

Yazıtların çoğu, Kül Tigin ve Bilge Kağan‘ın yeğeni olan Yollug Tigin tarafından yazılmıştır. Kendisi de bazı yazıtların bir yüzüne şöyle not düşmüştür: “Bunça bitig bitigme atısı Kül Tigin atısı Yollug Tigin bitidim. Yigirmi kün olurup bu taşka bu tamka kop Yollug Tigin bitidim.” [Bunca yazıyı yazan Kül Tigin'in yeğeni Yollug Tigin, yazdım. Yirmi gün oturup bu taşa, bu duvara hep Yollug Tigin, yazdım.] Çok ağır ve sert taş kalıplarının üzerine, yazı yazmanın ne kadar zor olacağı, birazcık düşününce anlaşılabilir. Taşlar üzerine yazıların çiviye benzer bir demire, çekice benzer bir aletle vurularak yazıldığı bilinmektedir. Zaten bunun için de o dönemde “yazı yazmak” eylemi “bitimek, tokımak, urmak” sözcükleriyle karşılanmıştır. Fakat bazı dikili taşların “boyandığı” da bilinmektedir. Yazıtların arasındaki mesafe değişmekle birlikte, yaklaşık 1 km’dir. Yazıtlar sağdan sola ve yukarıdan aşağıya doğru yazılmıştır. Bazı taşlar, kaplumbağa biçimindeki kalıpların içerisine oturtulmuştur. Dikili taşların dört yüzünde de yazı bulunmaktadır.

Yazıtlar, Türkçenin gücünü ve köklülüğünü ortaya koyması yönüyle çok önemlidir. Türk Dili‘nin ilk yazılı kaynakları olan ve yazı dilinin ilk örneklerini oluşturan Orhun Yazıtları, bundan bin yıl öncesinde bile düzenli ve güçlü bir dilimizin varlığını kanıtlamaktadır. Orhun Abideleri’nde geçen sözcüklerin %99′una yakını Türkçe kökenlidir. Türkçe kökenli olmayan sözcükler de Çinli generallerin veya ordu gönderilen yerlerin “özel” adlarıdır. Bugün Türkçenin kökeni ile ilgili bilgilerimizin çoğuna, Orhun Yazıtları‘ndan hareket edilerek ulaşılmıştır. Orhun Yazıtları‘nda Türkçemizin o dönemdeki “söz varlığı” da aşağı yukarı ortaya koyulmuştur. Morris Swadesh adlı ünlü bir dil bilimcinin yaptığı çalışma sonucunda elde ettiği “yüz temel sözcük listesi” ne baktığımız zaman, bu sözcüklerin 64 tanesi yazıtlarda geçmektedir. Yukarıda yazıtların çok “sınırlı” alanda bilgiler içerdiğini ve genelde “savaş, ordu, kağanlık…” ile ilgili şeyler anlatıldığını söylemiştik. Bunun için, yazıtların o dönemdeki söz varlığını tam olarak ortaya koyamayacağını söyleyebiliriz. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse: Yazıtlarda M. Swadesh’in belirlediği 100 sözcükten “burun ve ağız” sözcükleri geçmemektedir; fakat “diş, baş, kulak” gibi sözcükler yazıtlarda geçmektedir. Mantıklı olarak düşünüldüğünde, bir ulusun dilinde “diş, kulak ve baş” için sözcük varken, “burun ve ağız” için sözcüğün olmaması saçma olur. Bu sözcükler kuşkusuz o dönemde dilimizde bulunuyordu; fakat Yazıtlar’da bu sözcüklerin kullanılmasını gerektirecek konular anlatılmadığı için, bu sözcükler kullanılmamıştır.

Orhun Yazıtları, aynı zamanda bir “seslenme – hitabet” sanatı ürünüdür. Bilge Kağan‘ın Türk Budunu’na seslenişi, onları uyarışı gerçekten bir “sanatçı” edasıyla yazılmıştır. Ayrıca Tonyukuk‘un bilinen ilk Türk tarihçisi olduğu söylenmektedir. Kuşkusuz bin yıl önce bile “edebî” anlamda çok büyük değer taşıyan ve bugün hayranlıkla okunan bu yazıtların oluşturulabilmesi için, o dönemden çok daha öncelerde dilin uzun süre işlenmesi ve bir “yazı ve yazın dili” hâline gelmesi gerekmektedir. Bu da, Türkçemizin yaşı sorununa farklı bir bakış açısı kazandırmaktadır. Dikkatle incelenirse, yazıtlarda “renk, oluş, yer, yön, doğa, hayvan, zaman, duygu, düşünce, akrabalık, sayı, yaşam, savaş, askerlik, sanat…” adlarının kullanıldığı görülür. “Böri (Kurt), Tabışgan (Tavşan), Tonguz (Domuz), At, Buka (Boğa), Kiyik (Geyik), Teyeñ (Sincap), İt, Koñ (Koyun), İñek” gibi hayvan adları bile, o küçücük metinlerdeki büyük söz varlığımızı göstermeye yeterlidir. Ayrıca yazıtlar, bin yıl öncesinde bile dilimizde belirgin bir soyut kavram zenginliğinin gözler önüne serilmesini sağlamıştır.

Yazıtların, yüzlerce yıl sonra gün yüzüne çıkarılması da ilginçtir. Orkun – Yenisey Irmağı çevresinde dikili taşların olduğunu söyleyen bazı kişiler, o yerlerin bazı bilim adamlarınca ziyaret edilmesini sağlamıştır. Türk olmayan bir doktor ve subayın dikili taşları gördükten sonra onlar hakkında verdikleri kısa bilgiler, Batı’da dikili taşlara olan ilgiyi uyandırmıştır. Büyük dil bilimcilerden olan Wilhelm Radloff ve Wilhelm Thomsen, yazıtların kime ait olduğunu bulmak için yazıları okumaya çalışmışlardır. Kül Tigin Yazıtı’nın Batı yüzündeki Çince yazıyı hemen fark edip okumuş ve yazıtların Türkler‘e ait olduklarını açıklamışlardır. Daha sonra W. Radloff ve W. Thomsen yazıtları okuyabilmek için resmen yarış içerisine girmişlerdir. Danimarkalı dil bilimci W. Thomsen, yoğun çalışmaları sonucu yazıtların sağdan sola doğru yazıldığını ve “Kül Tigin, Göktürk, Bilge Kağan” gibi yazıtlarda sık geçen sözcükleri çözüp, bunlardan hareketle ünlü ve ünsüz sesleri çözdüğünü açıklamıştır. Bu aşamadan sonrası çorap söküğü gibi kendiliğinden gelmiştir. Türk Dünyası‘nın bu çalışmalar bittikten sonra Göktürk Yazıtları’ndan haberdar olması yüreğimizi burksa da, yabancı dil bilimcilerin yazıtlar üzerindeki ilgisi ve yoğun çalışmaları takdir edilecek bir duruştur. Türk Dünyası’nda Yazıtlarla ilgili ilk olarak Necip Asım ve M. Fuat Köprülü çalışmıştır. Daha sonra Hüseyin Namık Orkun, Muharrem Ergin, Nihal Atsız, Ahmet Bican Ercilasun, Osman Fikri Sertkaya ve Cengiz Alyılmaz gibi büyük Türkologlar dikili taşlar üzerinde çalışmalar yapmışlardır.

Son olarak yazıtların bugünkü durumundan bahsedeceğim. Orhun Yazıtları, tıpkı Ötüken Ormanları gibi bugün Moğolistan sınırları içerisinde bulunuyor. Yazıtlar bulunduktan ve önemi kavrandıktan sonra Türklerin yazıtlara gösterdikleri yoğun ilgiler nedeniyle, Abideler’in bulunduğu alan koruma içerisine alınmış durumda. Dikili taşların çoğu, bugüne gelene kadar korumasız bir biçimde geçirdiği yüzlerce yıl içerisinde oldukça yıpranmış. Bazı taşların belirli yüzleri, rüzgarın etkisiyle aşınmış ve üzerindeki yazılar okunmayacak duruma gelmiş. Fakat şu anda yazıtların hepsi koruma altına alınmış, bazıları anıt yapılar içerisine alınmış durumdadır. Ayrıca dikili taşların yıpranmış bölgeleri, çeşitli yöntemlerle okunabilecek duruma getirilmiştir. Bugün Moğolistan’daki Orhun Yazıtları için geziler düzenlenmekte ve birçok Türkolog yazıtlar üzerinde çalışmalar yapmaktadır. [4]

Yavuz TANYERİ

———————————————————————————-

1. Prof. Dr. Muharrem Ergin‘in alıntısını yaptığım bu yazısının devamını okumak için Boğaziçi Yayınları’nın bastırdığı “Orhun Abideleri” adlı yapıta bakabilirsiniz.

2.Orkun” adı, “Or + Kun” biçiminde oluşmuştur. Eski Türkçede “or“, “yer” demektir. “Kun” ise, atalarımızın adı olan “Hun” adının Eski Türkçedeki biçimidir. Buradan anlaşılacağı gibi “Orkun” adı, “Hunların yeri” anlamına gelmektedir. Bugün dikili taşların bulunduğu yerler, bir zamanlar Türkler’in yurduydu…

3. Daha fazla bilgi için “Prof. Dr. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları” yapıtına bakabilirsiniz.

4. Günümüzde Orhun Yazıtları üzerinde en çok çalışan Türkologlardan biri, değerli hocamız Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz‘dır. Orhun Yazıtları‘nın bugünkü durumunu merak edenler, birkaç yıl önce Orhun Yazıtları‘nı gece gündüz demeden inceleyen ve hatta dikili taşların dibinde uyuklayan değerli hocamızın “Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu” adlı yapıtına bakabilirler.


تاریخ ترکان,ترکان قدیم,تاریخ قوم ترک